TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKANI FEYZİOĞLU&S217;NDAN ALMAN BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKANI&S217;NA MEKTUP
Tarih: 31.05.2016 | Okunma Sayısı: 7736

Sayın Rechtsanwalt Ekkehart Schaefer 
Alman Barolar Birliği Başkanı

Konu: Alman Federal Meclisi’nin (Bundestag) 2 Haziran 2016 tarihli gündeminde yer alan “Ermeni Soykırımı”nın tanınmasına ilişkin önerge hakkında


Sayın Başkan,
Değerli Meslektaşım,

Hatırlanacağı gibi, Türkiye Barolar Birliği ve Almanya Federal Cumhuriyeti Barolar Birliği tarafından müştereken 10 Eylül 2014 tarihinde"Türk-Alman Avukatlar Konferansı" başlığı ile Ankara’da başarıyla gerçekleştirilen konferanstan sonra; şimdi de 19 Eylül 2016 tarihinde gene Ankara’da “Adalet, Yargı ve Savunmaya İlişkin Avrupa Standartları” başlıklı 2. Konferansımızı düzenlemiş bulunmaktayız.

Bu vesileyle halen devam eden yapıcı işbirliğimizden duyduğumuz memnuniyeti ifadeyle; birlikteliğimizin, ülkelerimiz arasında mevcut yoğun, dostane ilişkilerin daha sağlam ve güvenilir bir zeminde sürdürülmesine olumlu katkısına inancımızı da memnuniyetle tekrarlamak isterim.

Sayın Başkan,

Bilindiği üzere; “Alman Federal Meclisi’nin (Bundestag) 2 Haziran 2016 tarihli gündeminin 5. maddesinde, 'Ermeni Soykırımı' sözcüklerini içeren bir önerge bulunmaktadır.” 
Almanya’da iktidarda bulunan CDU (Hıristiyan Demokrat Parti) ve SPD (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) partileri ile Yeşiller Partisi’nin ortak önergelerinin başlığı şöyledir:
“Erinnerung und Gedenken an den Völkermord an den Armeniern und anderen christlichen Minderheiten vor 101 Jahren” (Ermenilere ve diğer Hıristiyan azınlıklara karşı 101 yıl önce yapılan soykırımı anma ve saygı -Bundestag.de-).

Yani önergede; Türkiye’nin, 1915 yılında karşılıklı yaşanan üzücü olayları, 'Ermeni Soykırımı' olarak tanıması istenmektedir.

Bu mektubun amacı ise; 101 yıl önce yaşanan ve bize göre ‘parlamentoların ve siyasetçilerin görev alanına girmeyen’ bu tartışmalı konuya ilişkin bazı görüşlerimizi, saygıdeğer şahsınızda tüm değerli Alman meslektaşlarımızın hukuki kimliklerine hitapla sağduyulu olacağından endişe etmediğimiz değerlendirmelerine sunmaktır.

İlk cümlemiz şudur: Böylesine zaten tartışmalı ‘tarihi’ bir konu hakkında parlamentolar ve siyasetçiler karar vermemelidir. Tarihi tarihçiler yazmalı; parlamentolar değil! 
Siyasetçilerin, dolayısıyla Parlamentoların tarih yazmaya ya da yapmaya kalkışmaları, köklü ilişkileri dahi zedeleme potansiyeli taşımaları yanında; uluslararası düzeyde sonu kestirilemeyecek vahim gelişmelere de kapı açabilir’ endişesi taşıyoruz…

Bu vesileyle ve öncelikle 'Ermeni Soykırımı' ithamının, ‘hukuki dayanaktan yoksun olması nedeniyle’ kabul edilemez olduğunu açıkça ifade etmek istiyoruz.

Zira olay, Osmanlı İmparatorluğu ile Alman İmparatorluğu’nun kader birliği yaptıkları Birinci Dünya Savaşı sürecinde; Osmanlı Devleti yurttaşı bazı Ermenilerin, İhtilalci Komiteler oluşturarak, Çarlık Rusya’sının da desteği ile askeri ve sivil halka karşı artan saldırıları ve yaptıkları katliamlar nedeniyle hükümet tarafından zorunlu göçe (tehcire) tabi tutulmalarından ibarettir. Bunun da adı soykırım değil, savaş halidir ve meşru müdafaadır. 

Ermeni ihtilalci Komitelerin kapatılması ve savaş koşullarında Ermeni yurttaşların Osmanlı’nın siyasi sınırları içindeki bazı bölgelere zorunlu göçünün uygulanmasında, iki taraf için de büyük acılara, trajik sonuçlara yol açan olaylar yaşanmıştır.

Burada dikkatlere sunmak istediğimiz husus şudur: Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti altındaki topraklarda yaşayan tüm Ermeniler değil, sadece saldırıların ve katliamların ağırlıklı olarak yaşandığı Doğu ve Güneydoğu illerinde yaşayan ve Ruslar’ın da destekleri ve hatta bizzat katılmalarıyla oluşturulan ‘saldırı birlikleri’ vasıtasıyla katliam yapan Ermeni çetecilerin katliam yaptıkları­ bölgelerdeki Ermeniler hem devletin hem kendilerinin güvenliklerinin sağlanması kaygısıyla tehcire tabi tutulmuşlardır.

Yani amaç, Ermenilerin yok edilmeleri asla değildir; Osmanlı Devleti’nin kendini savunma ihtiyacıdır; vatan savunmasıdır. Sorumluluğu, Ermenilerle birlikte büyük ölçüde, Ermeni çetelerini silahlandırarak 1914 yılında Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtan, saldırtan Ruslar, Fransızlar ve İngilizlerdir. 

İstanbul, İzmir, Bursa gibi ülkenin batı bölgeleri tehcir kararından etkilenmemiştir. Bu durum genel bir tehcirin söz konusu olmadığının, -ya da Ermenilerin yok edilmesi gibi planların bulunmadığının- önemli bir göstergesidir.

Sonuç olarak; Osmanlı'daki adları "Milleti sadıka" –sadık millet- olan Ermeniler, Anadolu'dan koparılmışlardır. 

Bu açık tarihi gerçek, İngiliz arşivlerinde mevcut belgelerle de ispatlanmıştır. Hatta başlangıçta, düzmece olduğu ispatlanmış olan ‘Mavi Kitap’ ve benzeri propaganda belgeleri üreten İngiliz Savaş Bakanlığı’na bağlı propaganda bürosunda çalışan, bilahare Anadolu'daki Türk-Yunan savaşını yerinde izleyen, dönüşünde ‘Türkiye’de ve Yunanistan’da Batı Meselesi’ adlı eserini kaleme alan, daha sonra da Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsünde çalışan, Arnold Joseph Toynbee (1889- 1975) isimli İngiliz tarih felsefecisi açıkça, ‘Ermeni katliamı konusunda İngiliz halkının aldatıldığını’ söylemiştir. Bu hususta Alman tarihçileri Paul Rohrbach ve Quadflig’in yazdıkları da farkı değildir…
Kaldı ki anılan dönemde, Çarlık Rusya’nın ordusunda Osmanlı Devleti’ne karşı savaşan 200 bin kadar Ermeni piyadesinin bulunduğu; İngiliz ordusunda yaklaşık 10 bin ve Fransız ordusunda da 5 bini aşkın Ermeni’nin Fransız üniforması giydirilerek Osmanlı’ya karşı savaşa sürüldüğü de, kanıtlanmış tarihi bir gerçek olarak unutulmamalıdır. 

Tehcir esnasında yaşanan trajik olaylarda, sorumlulukları ya da ihmalleri tespit edilen birçok Osmanlı Devleti görevlisinin yargılanarak mahkûm edildiği de, kanıtlanmış bir diğer tarihi bir gerçektir.

Belirtilen bu tarihi gerçekler, çok önemli bir bölümü Sovyet döneminde Moskova’ya getirilen Ermeni belgelerinden oluşan Sovyet ve Bolşevik arşivlerinde, siyasetin emrinde olmayan, sadece gerçek tarihi araştırmaya yönelik bilimsel çalışma yapmak isteyen, tarafsız araştırmacıları beklemektedir!.. Bu meyanda halen Türk arşivlerinde bulunan tüm belgelerin de açık olduğunu; Ermenistan’ın ise, arşivlerini ısrarla kapalı tutmaya devam ettiğini de hatırlatmak isteriz… 

Kısacası olay, istemeden de olsa taraflar için ağır sonuçları da içeren ‘tehcir’den ibarettir.

Öte yandan “soykırım” kelimesi; 9 Aralık 1948 tarihli Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ne göre,“ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla” meydana gelen suçları tanımlamaktadır.

1915 olayları için; yani ‘Osmanlı’da Ermenilerin Doğu ve İç Anadolu’dan Suriye’ye tehcir edilmesi’ olayı için bu sözleşme hükümlerinin uygulanması, hukuken mümkün değildir; nitekim 100 yıldır araştırılmasına ve tartışılmasına rağmen, yasal dayanaktan yoksun olduğu için bu güne kadar ‘sözde’ Ermeni soykırımı, hiçbir mahkeme tarafından tespit edilememiştir.

Bu noktada; İsviçre Konfederasyonu aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’de açılan ve AİHM’in 2. Dairesi tarafından 17 Aralık 2013 tarihinde açıklanan Perinçek/İsviçre davası kararı ile;

Yine AİHM Büyük Daire’nin aynı konuda aldığı ve 15 Ekim 2015 tarihinde açıkladığı 27510/08 sayılı (Perinçek/İsviçre davası) kararını dikkatlere sunmak isteriz. 
Anılan kararlara göre; soykırım suçunun varlığına, ancak eylemin yapıldığı ülkenin yetkili ceza mahkemesi veya yetkili Uluslararası Ceza Mahkemesi (Lahey Adalet Divanı) karar verebilir. 

Gene anılan kararlara göre; 1915 olaylarına ilişkin olarak yetkili olan Türk mahkemeleri ve Lahey Adalet Divanı’dır; ve münhasıran yetkili olan bu mahkemeler tarafından alınmış hiçbir karar yoktur; böyle bir kararın alınması da mümkün değildir; zira anılan BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, sadece yürürlüğe girdiği tarihten sonraki olaylar için geçerlidir; o tarihten önceki olaylara uygulanamaz. 

Burada ayrıca AİHM 2. Dairesi ve AİHM Büyük Dairesi’nin Perinçek-İsviçre Davasında verdiği kararla ‘yetkili ceza mahkemeleri dışındaki yargı kurumlarının, parlamentoların, hükümetlerin, akademik kuruluşların 1915 olayları konusunda “soykırım” kararı veremeyeceklerine hükmettiği’ de hatırlanmalıdır. 

Bu hususta ‘Holokost’ ile mukayese de geçerli olamaz; çünkü, ABD, İngiltere, Fransa ve Sovyetler Birliği'nin açtığı dava üzerine Ekim 1945 tarihinde konuyu inceleyen ve yargılamayı yapan Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi, 216 oturum süren yargılamalar sonunda 1 Ekim 1945 tarihinde ‘soykırım suçu’nu tespit etti ve sorumlular idam dahil çeşitli cezalara çarptırıldılar.

Burada dikkatlere sunmak istediğimiz husus şudur: 

Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi duruşmalarında Nazi liderlerine karşı suçlama 4 noktada toplanıyordu
Barışa karşı suç (uluslararası sözleşme ve anlaşmaları çiğneyerek savaşı planlama, başlatma ve yürütme),
İnsanlığa karşı suç (sürgün, imha ve soykırım), 
Savaş suçları (savaş hukukunu çiğneme) ve ilk üç noktada listelenen suç eylemlerinin ''ortak bir plan ve komplo süreci ile gerçekleştirilmesi…
Kaldı ki, soykırım iddiaları için hukuki dayanak bulunmadığını belirten Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, anılan 17 Aralık 2013 tarihli Perinçek kararında; “Holokost’ta olduğu gibi, herhangi bir şüphe olmaksızın, olayların soykırım olarak tanımlanabilmesi için, uluslararası hukuki dayanak bulunmamaktadır” demiştir.
AİHM Büyük Dairesi de 15 Ekim 2015 tarihli kararıyla söz konusu kararı onaylamıştır. AİHM, Perinçek davasının ‘Holokost inkârı’ ile karıştırılmamasına önem vermektedir.
Oysa, Alman Federal Meclisi’nin (Bundestag) 2 Haziran 2016 tarihli gündeminin 5. maddesinde yer alan önerge, bu hukuki tespitlerin tümüne aykırıdır. 
Varılması gereken sonuç şudur: Sözü edilen önergenin içeriği, AİHM kararlarına da aykırıdır. 
Kısacası; Federal Alman Meclisi’nin, ‘yargı yetkisinin gasp edilmesi’ anlamına gelebilecek bu ‘siyasi’ girişimden vazgeçmesini, sadece hukuki bir gereklilik olmasının çok ötesinde; ilişkilerimizin geleceği açısından da çok önemli olduğunu değerlendiriyoruz.

Aşağıdaki hususları dikkatlerinize sunuyoruz:

  • Osmanlı devletinin 1915-1916 yıllarında yürüttüğü dava ve soruşturmalar

Öte yandan henüz 1. Dünya Savaşı devam ederken yani savaşın galibinin kim olacağı henüz bilinmez iken 1915-1916 yılları arasında, tehcir sırasında göre görevlerini kötüye kullandıkları, tehcire tabi tutulanların güvenliğini yeterince sağlamadıkları gibi gerekçelerle çok sayıda kamu görevlisi Osmanlı Devletince yargılanarak mahkûm edilmiştir. Bu, Osmanlı Devleti’nin soykırım yapma saikiyle değil, sadece devleti ve halkı korumak amacıyla tehcir kararı aldığının, ancak kararın uygulanması sırasında büyük acılar yaşandığının bir başka kanıtıdır. Başka bir deyişle soykırım suçunun özel kasıt unsuru gerçekleşmemiştir.

  • Malta takipsizlik kararı

Birinci Dünya Savaşı sonrası işgal kuvvetleri olan İngiltere ve Fransa 3 Ocak 1919 - 10 Ağustos 1921 tarihleri arasında Osmanlı Devleti’nde “savaş esirlerine kötü muamele ve Ermeni halkının katliamı” suçunu işledikleri gerekçesi ile 147 Osmanlı subayı, bürokratı ve vekilini İstanbul’dan Malta’ya götürerek haklarında ceza soruşturması başlatmıştır.
İşgal devleti olan özellikle İngiltere, Ermenilere yönelik tehcir uygulamasına ilişkin belgelere, kararlara ve yazışmalara sahipti. 32 ay boyunca, Kraliyet Savcılığı, İngiliz Dışişleri ve Savunma Bakanlığı, İngiliz Büyükelçiliği ile sıkı işbirliği içerisinde ve hatta İngiltere Parlamentosu’nu da dahil ederek, Malta’daki sanıklar hakkında dava açılabilmesi için çaba sarf etmişlerdir.

Temmuz 1921’de İngiltere Kraliyet Savcılığı şu karara varmıştır: “Elimizdeki deliller ve bilgiler sanıkların bir ceza davasında yargılanabilmeleri ve cezalandırılmaları için yetersizdir.”

Osmanlı Devletinin, İngiltere’nin, Fransa’nın ve ABD’nin belgeleriyle büyük zahmetlerle yürütülen Malta soruşturması, sanıklar hakkında takipsizlik kararı verilmesiyle sonuçlanmıştır. 31 Ekim 1921 tarihinde mahkûmlar Türkiye’ye geri gönderilmiştir.

  • İngiltere tarafsız bir mahkemeyi reddetmiştir

Osmanlı Devleti daha Malta davası başlamadan önce 1. Dünya Savaşı’na dahil olmayan ve tarafsız olarak nitelendirilen Danimarka, İsviçre, İsveç, Hollanda, İspanya devletlerine Ermeni iddialarının ele alınacağı bir mahkemenin kurulması talebinde bulunmuştur. Ancak işgal devleti İngiltere bu öneriyi reddetmiştir.

  • İlk Ermenistan Başbakanının açıklamaları

İlk Ermenistan Başbakanı, Hovhannes Katchaznouni, 1923 yılında, Osmanlı döneminde yaşanan üzücü olayları şu cümleyle anlatmaktadır: “Öldürdük ve öldürüldük. Büyük Ermenistan hayali bizi kör etmişti.” (Ovanes Kaçaznuni, H: Taşnak Partisi İçin Yapılacak Bir Şey Yok, -1923 Taşnak Parti Konferansı’na Rapor), İstanbul, 2005, S.9); Hovhannes Katchaznouni -Armeniens erster Ministerpraesident-, Für die Dascnakzutyun Gibt Es Nichts Mehr Zu Tun (Bericht zur Parteikonferenz 1923).

  • 69 ABD’li bilim adamının açıklaması

Birçoğu tarihçi ve Orta Doğu uzmanı 69 Amerikan bilim adamı, “Ermeni soykırımı”nı ele alan bir başvuru hakkında karar verecek olan o dönem Senatosu’nda gören yapan ABD Senato üyelerine yönelik 19 Mayıs 1985 tarihli bir mektupta şu tespiti yapmışlardır: “Tarihi açıdan bu kadar tartışmalı ve iddialara dayanan bir konuda verilecek olan Senato kararı, gerekli tarihi araştırmayı karşılayamayacak ve Senato’nun güvenirliğine zarar verecektir.”

  • Tarafsız bir tarih komisyonu önergesi

Türkiye, 10 Nisan 2005 tarihinde dönemin Ermenistan Cumhurbaşkanı Robert Koçaryan’a gönderdiği bir mektupta, tarih komisyonunun kurulması önerisinde bulunmuştur. Ermenistan bugüne kadar bu teklife yanıt vermemiştir.

1915 yılındaki tehcir sırasında ve sonrasında, yüzbinlerce Ermeni’nin hayatını kaybetmesinden ve yaşanan son derece üzücü olaylardan büyük üzüntü duymaktayız. Ancak savaş şartları altında yaşanan olaylarda sadece hayatlarını kaybetmiş olan Ermenilerden bahsedip, aynı sayıda hayatını kaybeden Türkleri gözardı etmek, yanlış bir tutumdur. Yaşananlar ‘soykırım değil, karşılıklı kırım’dır.

Türkler ve Ermeniler bin yıldan fazla bir süre barışçıl komşuluk ilişkisi içerisinde birlikte yaşadılar. Ermeniler Osmanlı toplumunda, tüm meslek dallarının yansıra Büyükelçi veya Bakan gibi devlet yönetimi içerisinde de üst düzey pozisyonlarda da yer almışlardır.

Sonuç olarak; önerge metninin 1. Maddesinde yer alan “Türkiye, arşiv belgeleri ile sabit olan, uluslararası kuruluş ve parlamentolar tarafından da kabul edilen 'Ermeni Soykırımı'nı tanımalıdır” cümlesi bile Federal Alman Parlamentosu’nu mahkeme yerine koyan vahim bir hatadır. Zira yukarıda da belirttiğimiz gibi, hiç bir parlamentonun bu hususta yetkisi yoktur. Kaldı ki, iddia edildiğinin aksine, konu 100 yıldır tartışmalıdır ve bu hususta ‘arşiv belgeleri ile sabit olan’ bir tarihi olay da yoktur.

Önergenin 3. maddesinde; “Amacımız, Türkiye- Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesine hizmet etmektir” denmektedir. Bize göre, Almanya’daki Türkler ile Ermenilerin uyumuna hizmet değil, daha da kutuplaşmalarına uygun bir zemin oluşturacaktır.

Önergenin 4. maddesinde ise, “Yine amacımız, Almanya’daki genç kuşakların geçmiş acılardan ders almalarını sağlamaktır. Ermeni soykırımı, Almanya’da eğitim müfredatına girmelidir” denmektedir. Bize göre, bu yapılırsa, değil ders alınması, düşman nesiller yetiştirmenin alt yapısı oluşturulur. Bu, tarihi bir uyarıdır.

Benzer şekilde, atılan bu adımın; başta Alman ekonomik mucizesinde emek payı olan, Almanya’da yaşayan, birçoğu Alman yurttaşı olmuş yaklaşık 3 milyon kişi olmak üzere, sonuçta milyonlarca Türk’ü rencide edeceğini, iki halk arasında telafisi son derece zor kırgınlıklara yol açacağı da dikkate alınmalıdır.

Sayın Başkan,

Tarihsellik ve bilimsellik zemininden uzaklaşılarak, konjonktürel politikaların etkisiyle onarılması güç sorunlara yol açacağı kuşkusuz olan bu tasarının, son anda göstereceğiniz bireysel ve kolektif sağduyu ile engelleneceğine dair umudumuzu koruduğumuzu bilmenizi isteriz.

Saygılarımızla.

Avukat Prof. Dr. Metin Feyzioğlu
Türkiye Barolar Birliği Başkanı

 

23.12.2024
AV. PINAR GÜRSEL YILDIRAN
BARO BAŞKANI

© Web sitesi hizmeti Türkiye Barolar Birliği tarafından verilmektedir.