Saygıdeğer Basın Mensubu ;
Bugün 2015-2016 Adli YılıAçılışı’nı gerçekleştiriyoruz.
Ancak buruk, hüzünlü ve acılı bir açılış bu ! Çünkü hemen her gün ülkemizin dört bir yanında şehit cenazeleri kalkıyor. Son 20 gün içinde Samsunlu ya da Samsun’umuzda görev yapmış dört kardeşimizi de şehit verdik. Şehitlerimizin hepsine Allah’tan rahmet, ailelerine ve Aziz Milletimize başsağlığı diliyoruz.
Sivil, asker, polis, çoluk çocuk demeden insanımızın canını, malını ve özgürlüğünü elinden alan terör, bir kez daha belki de en acımasız haliyle hortlamış durumda!&S230;
Böyle bir ortamda vatandaşın güvenliği problemi diğer tüm problemlerin üstüne çıkıyor ve bir an önce bu problemin çözümlenmesi ve dileriz ki bir daha yaşanmamak üzere ortadan kaldırılması gerekiyor.
Hukuktan ve demokrasiden taviz vermeden ancak milli birlik ve bütünlüğümüzü de zedelemeden gerçekleşecek bir çözüme ihtiyacımız var. Bu çözümü devletin tüm yetkili kişi ve kurumlarından beklemekteyiz. Artık bu ülkede kan ve gözyaşı istemiyoruz. Kan ve gözyaşının hiçbir şekilde istismar edilmesini de istemiyoruz. Yaklaşık 35 yıldır aynı acıları defalarca yaşamış bir toplumun fertleri olarak bunu istememizin en tabii ve en yasal hakkımız olduğunu biliyor ve bu yüzden bu haklı talebimizi yüksek sesle haykırıyoruz.
Ayrıca böyle bir ortamda yeni bir seçime giriyoruz. Bu seçim döneminde iktidarı ile muhalefeti ile siyaset kurumu, kendini gözden geçirerek, sevgiyi, birliği, kardeşliği ikame edecek bir üslup ve yöntemi tercih etmek zorundadır.Bunu da tüm siyasetçilerden bekliyoruz.
Can, mal güvenliğinin yanında en az onun kadar değerli ve önem arz eden bir diğer değer de vatandaşın hukuksal güvenliğidir. Çünkü 20.YY’ın II.yarısından itibaren artık insanın devletleştirilmesi anlamına gelen totaliter devlet anlayışlarından devletin insancıllaşması anlamını taşıyan demokratik devlet anlayışına geçilmiştir. Demokraside, hukuk, adalet süzgecinden, devlet de âdil hukuk süzgecinden geçirilir; elde edilen, hukukun üstünlüğünü benimsemiş devlettir. Hukukun amacı, adaletsizliği önlemektir. Demokraside devletin dokunduğu herşey hukuka dönüşmeli, bir diğer ifade ile hukuka uygunluk denetiminden geçirilmelidir.
Hukukun tartışılmaz, zorunlu ilkelerini güvenceye alan bir devlet kendi taahhütlerine uyar. “Kanunsuz suç ve ceza olmaz”, “hüküm olmadan kimse cezalandırılamaz”, “suçluluğu ispat edilinceye kadar herkes masumdur”, "şüpheden sanık yararlanır" hukuk devletinin taahhütlerinden bazılarıdır. Devlet bu çerçevede taahhütlerine uyarak hukuka saygılı olduğu, hukuk da insanları özgürleştirdiği oranda meşrudur ve güçlüdür. Hukukun üstünlüğünü temel ilke kabul etmenin ötesinde buna dayanan devlette, hiç kimse hukukun ne üstündedir ne de altındadır, yalnızca içindedir.Hukukun karşısında herkes eşittir; her görüş, her inanç hukukun egemenliği altında birlikte yan yana yaşar, demokratça tartışarak yarışır ve gelişir.
Demokrasinin özgürlükçü, çoğulcu, katılımcı, eşitlikçi olması; eleştirel akla, kültürel ve inançsal farklılıklara,tarafsız devlete, hukukun üstünlüğüne, kuvvetler ayrılığına dayanması; hukukun âdil bir tekniği benimsemiş bulunması yetmez. Demokrasinin güvencede olabilmesi için, ayrıca bu hukuku uygulayacak, hukuk adına her olayda hukukun ne dediğini objektif şekilde ifade edecek bir diğer güce dahaihtiyaç vardır. Bu bağımsız yargıdır.Eğer hukuk uygulaması bağımsız bir yargının elinde değilse her şey boşunadır. Toplumun benimsediği hukuku bağımsız olmadığı için objektif biçimde uygulayamayan bir yargı, adalet ve demokrasi için büyük birhayal kırıklığıdır.
Devletin hiç bir organından ve sürekli sıcak gündemin etkisinde olan sokaktaki vatandaşın heyecanındanhâkim,etkilenmememelidir. Hâkim, yargılarken ve karar verirken, inançlarını, düşüncelerini duruşma salonunun kapısında bırakan insandır. Böyle bir hâkim, kuvvetler ayrılığı ilkesi çerçevesinde hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik hukuk devletini ayakta tutan kişidir.
Düşünceleri, inançları yasaklamayan, yalnızca barış içinde tartıştırıp yarıştıran, adalet imbiğinden geçmiş ve insanları özgürleştiren bir hukuk; böyle bir hukukun egemenliğinde, düşünce ve inançlara eşit uzaklıkta, karar süreçlerine kattığı vatandaşına güvenen, tarafsız, meşruluğunu ise sadece hukuktan alan devlet güçlü bir devlettir.Böyle bir devlet ve böyle bir devlette farklılıklara rağmen birlikte yaşamak, adaletle, adalet ise nitelikli ve teminat altındaki hukukçular marifetiyle mümkündür. Bu nitelikteki hukukçuları, hukukun evrensel kuralları ve vicdanları dışında sınırlayan başka hiçbir güç bulunmamaktadır. Ve yine, sadece böyle bir devletteyargının kurucu unsuru niteliğini taşıyan etkin birbağımsız savunmadan söz edilebilir. Çünkü Adalet Mülkün, Savunma Adaletin temelidir. Savunmayı adaletin, adaleti kendinin temeli sayan bir devlet, vatandaşının hukuk güvenliğini sağlayabilen yegâne devlettir.
Türkiye, yukarıda sıraladığımız ilkeler çerçevesinde kendini yeniden bir gözden geçirmeli, genel seçimlerin hemen ardından her türlü ideolojiden olabildiğince arındırılmış, demokratik hukuk devletinin temelini oluşturacak, aynı zamanda77 milyon vatandaşımızı kucaklayan bir Anayasa’yı yürürlüğe koymayı gündemine almalıdır. Yürürlüğe girecek Anayasa’nın Yargı bölümünde avukatlık mesleğinin ve baroların yer alması zorunludur. Yine Anayasa’da Avukatlık mesleği için yargının kurucu unsuru tanımının yanı sıra avukatlığın anayasal teminat altına alınması gerekmektedir.
Adalet hizmetinin en başta gelen problemi yavaş hatta ağır aksak işlemesidir. Çok bilinen bir deyişle ifade etmek gerekirse “geciken adalet, adalet değildir.” Ancak ülkemizde bu problemi çözmeye yönelik yapılan tüm çalışmalara, atılan iyiniyetli tüm adımlara rağmen adalet hizmetini olması gereken hıza ulaştırdığımızı söyleyebilmek mümkün değildir. Türkiye’de adli makamların bu iş yoğunlukları ile sağlıklı, verimli ve tabii ki hızlı hizmet üretebilme imkanları sınırlı olmaktadır.
Her şeyden önce adli makamlara bu kadar çok dosya intikal etmesinin önüne geçilmelidir. Her türlü cezai ya da hukuki ihtilafın adliyeye intikal ettirilmesi yargı yerlerinin iş yükünü gereksiz artırdığından yargı yerlerine intikal edecek ihtilaf konularıyla ilgili ayıklamaya gidilmelidir. Bunun için de tüm mevzuatın baştan sona elden geçirilmesi ve yargıya intikal edecek işlerle ilgili olarak yeni yasal düzenlemeler yapılması zorunludur.
Yargının ağır ve geç işlemesinin sebeplerinden biri de bazı vatandaşların davalarını, avukattan hukuki yardım almadan kendi imkanlarıyla takip etmeye çalışmalarıdır. Hukuki bilgisi olmayan ya da çok sınırlı olan özellikle usul hukukundan habersiz insanların davalarını takip etmeye çalışmaları hem işleri aksatmakta ve hem de çoğu zaman vatandaşın zarara uğramasına neden olmaktadır. Bu nedenle, yargı yerlerine intikal eden işlerde olsun, alternatif çözüm yollarının kullanılmasında olsun vatandaşlarımız mutlaka hukuki yardım alarak işlerini takip ettirmelidirler. 1136 s.lı Avukatlık Kanunu’na göre de bu hukuki yardımın alınacağı meslek grubu tabii ki avukatlardır.
1136 s.lı Avukatlık Yasası bugün mesleğimizin ihtiyaçlarına cevap vermekten çok uzaktır. Artık çağın gereklerine uygun ve mesleğimizi her açıdan koruyacak ve yüceltecek bir avukatlık kanununu çıkartmanın zamanı gelmiştir hatta geçmektedir. Yasa çıkarılır iken “ben yaparım olur yahut ben yaptım oldu!” mantığı yerine tüm baroların ve TBB’nin katkılarıyla yasa tasarısı hazırlanarak yasa koyucunun iradesine sunulmalıdır.
Ceza Yargılaması’nda“zorunlu müdâfi” uygulaması ile ilgili oluşan mali düzensizlik ve yetersizlikten kaynaklanan sorunlar yıllardan beri düzeltilmemiştir. Yine “Adli Yardım” hizmetinde görev alan meslektaşlarımızın ücretleri ödenekler zamanında gönderilmediği için nerde ise bir yıl sonra ancak ödenebilmektedir. Anayasa ile angarya yasaklanmış olmasına rağmen avukatlar bu görevlerinde devlet eliyle adeta angaryaya zorlanmaktadır. Bu konularda da ivedi ve kesin çözümlere ihtiyaç bulunmaktadır.
Ülkemizde son yıllarda gerekli ve yeterli yetişmiş öğretim üyesi/elemanı istihdam edilip edilemeyeceği hesaplanmadan ve yine mezunların ne kadar Türkiye gerçekleriyle örtüştüğü etüd edilmeden habire Hukuk Fakülteleri açılmaktadır. Hiç şüphesiz yeterli öğretim üyesi bulunmayan hukuk fakültelerinin eğitim kalitesi de yetersiz oluyor. Sonucunda Türkiye’yi gelecekte işsiz ya da gizli işsiz yahut karın tokluğuna çalışan bir avukatlar topluluğu bekliyor. Bu ise zaten birçok problemle boğuşan adalet hizmetini daha da aksatacak bir gelişmedir.Bu kapsamda YÖK’ün daha radikal çözümler üretmesi ve hem fakülte sayısını, hem de fakültelerdeki öğrenci sayısını azaltacak düzenlemelere gitmesi zorunludur.
Ülkemizde yargının bu kadar problemi var iken bu problemler hukuk devletini yıpratan, zedeleyen boyutta iken bir de resmi Adli Yıl Açılış Törenleri mevzuattan çıkarılmış, akabinde TBB, geçen yıl Danıştay’daki bu yıl ise Yargıtay’daki törenlere davet edilmemiştir. Bu gelişmeler yargının kurucu unsurlarından biri olan savunmanın dışlandığı izlenimi vermektedir ki bu durum yukarıda tanımlamaya çalıştığımız demokratik hukuk devletine yakışır ve yaraşır bir görüntü değildir. Bir an önce yargıdaki bu parçalanmışlık görüntüsünün giderilmesi zaruridir.
Bugün aynı zamanda 1 Eylül Dünya Barış Günü… Ancak gerek yakın coğrafyamızda gerekse dünyanın çeşitli yerlerinde maalesef kitlesel ölümler/ öldürmeler devam etmektedir. Meşhur ifadeyle insanlık savaşı öldüremezse, savaş tüm insanlığı öldürecektir.Halbuki savaşların ölümden, acıdan, ayrılık, yokluk ve savaş tacirlerinden başka kazananı yoktur. Bir insanı dahi öldürmenin tüm insanlığı öldürmekle denk olduğu gerçeği asla unutulmamalıdır. Savaşların son bulduğu, masum ve mazlumların can vermediği bir dünyayı tesis etmek için de biz hukukçulara büyük görevler düşmektedir. Savaşı yok edip barışı getirecek dil hiç şüphesiz sevgi ve hukuk dilidir. Bu dili de en iyi hukukçuların özellikle avukatların kullanacağından hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır.
Bizim tarafımız; daima hukuktur, hukukun üstünlüğüdür. Pusulamız; haktır, adalettir. Doğruya doğru, yanlışa yanlış demek namus borcumuzdur.Yaptığımız eleştiriler, bir ön yargının eseri değil bilakis vatanın, milletin, hukukun, adalet camiasının yararına olan yapıcı ve yol gösterici eleştirilerdir. Nefesimiz yettiğince, aklımız elverdiğince bu duruşumuz bozulmayacak yapılan doğrular desteklenip alkışlanırken, yanlışlıklar konusunda ilgililer uyarılarak doğru olan gösterilmeye çalışılacaktır. Hukukçunun, özellikle avukatların ve onların meslek örgütü olan baroların içinde yaşadığı topluma karşı en temel görevi zaten budur.Hukukun üstünlüğünün, insan haklarının ve demokrasinin temel ilkelerinin hayata geçirilmesi için omuz omuza yürüttüğümüz bu mücadele biz avukatlar için aynı zamanda iş, aş ve ekmek kavgasıdır. Bu yönüyle de mücadelemiz ulvidir, kutsaldır.
Bu vesileyle Basın Toplantımızı teşrifinizden dolayı teşekkür ediyor, Yeni Adli Yılın ülkemize, milletimize, tüm yargı camiasına ve meslekteşlarımıza hayırlı olmasını, bereket getirmesini, mesleği ifa ederken hiçbir yargımensubunun ayağına diken dahi batmamasını temenni ediyor, yine bugünün insanlık için gerçek barışa adımın ilk günü olmasını diliyoruz.
Saygılarımızla…
Av.Kerami GÜRBÜZ
Samsun Barosu Başkanı
(Samsun Barosu Yön.Kur. adına)